*Kudratilla RAFİKOV
Özbekistan Âli Meclis Senatosu Üyesi, Siyaset Bilimci
Selamün Aleykum!
İşbu cümleyi duyan insanın gönlü ister istemez aydınlanır, kalbine bir nur ilişiverir. "Selamün aleykum", bu söz "ben size huzur diliyorum" demektir, "barış ve esenlik olsun!", "iyi günlerde görüşmek üzere" dilekleri de insana hoşnutluk verir. Peki, neden böyle? Bu temenniler, morallere pozitif etki ettiği için midir acaba?
XXI. yüzyıla geldiğimizde, insan kalbini tedirgin eden sorun ve tehlikeler epey arttı. Bir tarafta, temiz içme sularının, petrol ve doğalgaz kaynaklarının yetersizliği, çevreyle ilgili krizler ve doğal afetler; ikinci tarafta ise, savaş, çatışma, yakıp yıkma ve savaş suçları…
Yazın o kavurucu sıcağında bir umut peşinde dünyanın herhangi bir tarafına gitmeye razı olup öz vatanını terk etmeye hazır olan, bu niyetle, hatta kalkışa geçen uçağın kanatlarına asılan Afganların durumu, onların çilelerle dolu kaderi ve yakın tarihteki ağır kayıpları hangi insanın kalbini paramparça etmez ki…
Halbuki, yuvası bozulan bir kuşun hüzünlü cırıldaması bile insanın kalbini paralıyor….
Hangi birimiz, bugün dünyada meydana gelen çatışmaların, gerilimlerin bizi ilgilendirmediğini söyleyebiliriz? Gittikçe küreselleşen dünyamızda sadece sosyopolitik sınırlar değil, aynı zamanda medeniyetlerin ve değerlerin arasındaki mesafelerin de kısaldığına şahit olmaktayız.
Günümüz dünyasında bir devlete veya tek bölgeye ait olan problem artık orayla sınırlı kalmamakta; bu tür bölgesel sıkıntılar tıpkı olumlu faktörler gibi umumilik niteliği taşımakta ya da dünya kamuoyunu o "bölgesel sorun"a belli bir oranda ortak ve dâhil etmektedir.
İngiltere'nin eski Başbakanı Theresa May, bir konuşmasında "Biz bugün savaşın merkezinin Ortadoğu'da olduğunu, bizim ve çocuklarımızın tehlikeden uzak olduğunu varsayarak huzurlu olamayız, bu düşünceyle teskin olmamalıyız. Çünkü biz farkında olmadan, savaş tehdidi ve çatışmaların kalpleri ürperten o soğuk "ideolojisi" çoktan çocuklarımızın yatağına girmiştir" dediğinde ne kadar da haklıydı. İnternet ağının dünyayı örümcek ağı gibi sardığı, iletişim alanında küreselleşme eğiliminin oldukça yaygınlaştığı günümüz açısından bakıldığında, durumumuzu bundan daha iyi izah eden başka bir açıklamayı bulmak zor doğrusu.
Evet, herkesin itiraf ettiği gibi insanoğlu üçüncü milenyumda, hiperteknoloji ve iletişim teknolojisinde yüksek derecelere ulaştı ve belli bir ivmeyi yakaladı. Fakat insanoğlu için öncelikli olan istikrar, huzur, sevgi ve muhabbetin, insani değerler noktasındaki duyarsızlığın ve onun kalıplaşan karakteristiğinin devam ettiğine tanık olmaktayız.
Milletler, dinler, ırklara mensup insanların arasında çatışmaların ve siyasi ideolojilerin arasındaki çekişmelerin, düşmanlıkların hâlâ ana toprak dediğimiz dünyamızı inlettiği da bir gerçek. Hâlihazırda yan komşumuz, çilekeş Afgan halkının topraklarında yaşanmakta olan olaylar bizi de huzursuz etmekte, kalbimizi paralamaktadır. Bu durum aynı zamanda huzurun, istikrarın, özgürlüğün, üretimin ne derece ulu bir nimet olduğunu bizlere bir kez daha hatırlatmaktadır.
Aslında, Afganistan'da ve Orta Asya bölgesinde güvenliği ve istikrarı temin etmek, bu doğrultuda sağlam etkenleri oluşturmak Özbekistan dış siyasetinin önem atfettiği hedeflerden birisidir. Özbekistan Cumhurbaşkanı Şavkat Mirziyoyev döneminde bu hedefin çıtası daha yüksek seviyelere çıktı.
Asırlardır kardeş ve akraba olan ülkelerimiz, birçok küresel ve bölgesel sorunları çözmeye ve sosyoekonomik alanda yakın işbirliği içerisinde hareket etmeye başladı. Bu çabalar sonucunda dünya siyaset literatüründe "Orta Asya İşbirliği Ruhu" kavramı ortaya çıktı.
Yeri gelmişken hiç düşünmeden şunu ifade etmekte fayda var: Özbek Cumhurbaşkanı Şavkat Mirziyoyev, bölge ülkeleriyle yakın komşuluk ilişkilerini geliştirmeden; tarihi, kültürü, dili, kutsal değerleri ve dini aynı olan kardeş halkların bir-birleriyle işbirliği içerisinde olmadan, hem Özbekistan'ın hem bölgenin istikrarı ve istikbali hakkında plan yapmanın faydasız olduğunu biliyor olacak ki, Cumhurbaşkanı makamına geldiği dönemin hemen ilk aşamasında bu işbirliğini geliştirmeye girişti. Kendilerinin bu çabaları, bugün bölgedeki sosyopolitik ve ekonomik alanda ne kadar olumlu sonuçlar doğurduğunu izah etmeye gerek yok.
Geçenlerde uluslararası eksperlerden biri, Özbek Cumhurbaşkanı Şavkat Mirziyoyev'in seçildikten sonra yürürlüğe koyduğu reformların bölgeyi "canlandırma" görevi yaptığını yazdı. Elbette, bu mecazi kavram derin manalar içermektedir. Zaten, canlandırılmayan bahçenin meyvesiz kalacağı herkesin malumudur. Komşularla sınırların açılması, delimitasyon-demarkasyon süreçlerinin hızlandırılması, ikili ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi, bununla birlikte bölgede "statüko" haline gelen anlaşmazlıkların yıkılması, ikili komşuluk ve kardeşlik ilişkilerinin aynı hedefte birleşmesi gibi hususlar, günümüzde uluslararası eksperlerin sıkça dile getirdiği "bölgesel entegrasyon hedefleri"ni pekiştirdi, dersek mübalağa etmiş olmayız.
Öte yandan, Şavkat Mirziyoyev'in Özbekistan dış siyasetinde uyguladığı yöntem, birçok uluslararası aktör güçlerin bölgedeki jeopolitik ve jeoekonomik planlarını yeniden gözden geçirmeye zorladı. Buna örnek olarak Rusya Federasyonu'nun liderliğindeki Avrasya Ekonomik İşbirliği Teşkilatını, Çin Halk Cumhuriyeti'nin "Bir Kuşak, Bir Yol" projesini, ABD tarafından Orta Asya ülkeleri için geliştirdiği "C5+1" stratejik projesini gösterebiliriz. Bununla birlikte devlet başkanımızın uygulamaya koyduğu reformlar, bölgedeki bazı komşularımızın zorunlu işbirliği pozisyonundan çıkarak, kendi menfaatleri yolunda geleneksel ve doğal pozisyona girmesine de yardımcı oldu.
İngiltere'deki "Chatham House" Uluslarfrası İlişkiler Enstitüsü tarafından takdim edilen "Kazakhstan: Tested by Transition" (Geçiş dönemi sürecinden geçen Kazakistan, sunucu: Annet Bor) sunumuna göre Kazakistan Cumhuriyeti, Orta Asya ülkelerinin ikili işbirliklerini geliştiremedikleri dönemlerde, kendisini bir Avrasya ülkesi olarak şekillendirdi. Böylece Kazakistan, bölgeyi ilgilendiren meselelerin çözümünde, bu boşluktan istifade etme stratejisini kullanarak bölgede lider ülke olma avantajını kullandı. Fakat Özbekistan devleti ülkede genel reform sürecine geçince, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, Orta Asya'nın umumi mirasından, ülkelerin birkaç bin yıllık kültürel ve bilimsel birikimlerinden söz etmeye başladı. Nazarbayev, 2017 yılında "Astana" kulübü üyelerine yaptığı konuşmada: "Çeyrek asırlık boşluktan sonra; tarihi, kültürü, dini ve zihniyet mantalitesi aynı olan Orta Asya ülkeleri olarak işbirliği içerisinde olmamız, bir-birimizi desteklememiz ve bölgenin güvenliğini birlikte sağlamamız gerektiği artık ilahi bir misyon niteliğinde olduğunu hepimiz anlamış durumdayız" demişti.
Hakikaten Özbekistan, 2017 yılına kadar sınır komşularına yönelik kapalı kapı siyaseti izlemiş, bazı dönemlerde ise bu ülkelere karşı muhalif siyaset yürütmüştü. Bunun sonucunda Özbekistan'ın sınır komşuları olan Kazakistan, Tacikistan ve Kırgızistan Cumhuriyetleri, kendi dış ekonomileri ve siyasi eksenlerinde diğer bölgesel oluşumlara doğru yön çevirmişlerdir. 2017 yılına gelindiğinde ise, Orta Asya ülkelerinin dağınık eksenleri değişti ve bölgenin beş devleti, başka ülkelerin müdahalesi olmadan kendi aralarında bölgesel işbirliğini geliştirme imkânı doğdu. Bu durum ise ancak Şavkat Mirziyoyev'in bölgenin siyasetine yaptığı olumlu etki ve katkıyla izah edilebilir.
Bizim yukarıdaki değerlendirmemiz, Orta Asya ülkelerinin siyasi süreci hakkında olsa da, kanaatimizce bölgenin ekonomik ve siyasi hayatını doğrudan ilgilendiren kalıplaşmış klişeler hakkında söz etmemiz de yerinde olacaktır. Herkesin malumudur ki, bölgenin başından geçirdiği uzun yıllık sömürge dönemi ve akabinde sömürge kültürünün miras bıraktığı "kendini aşamama geleneği", bölge devletlerini sınırlı imkânlara bağımlı kılmıştı. Örneğin birçoğumuz, en yakın stratejik müttefik dediğimizde hâlâ Rusya'yı veya Çin'i hemen aklımıza getirmeye alıştık. Böyle düşünmemize, bölgenin mevcut konjonktürü de mecbur kılıyordu. Fakat özellikle bu konuda Özbekistan Cumhurbaşkanı Şavkat Mirziyoyev'in "Güney Konsepsiyonu" projesi, birkaç yüzyıldan beri değişmeyen Orta Asya'nın sosyopolitik haritasını yeni renklerle ve taraflarla zenginleştirmeyi başardı. Örneğin bu proje çerçevesinde Özbekistan'dan Pakistan'a kadar uzanacak otoyolun, bölgenin istikbalini belirleyecek önemli ve dev bir proje olacağı değerlendirilmektedir. Özellikle bu yol sayesinde Orta Asya ile Güney Asya arasındaki ekonomik ilişkilerin, ayrıca kültürel ve bilim alanlarındaki gelişmelerin önünü açacağı düşüncesi, günümüzde birçok uzman tarafından tarihi bağların canlanması şeklinde değerlendirilmektedir.
"Cumhurbaşkanlığı görevimin içeriğini oluşturan en yüce hedef, milletimin huzurlu, barışçıl, özgür ve müreffeh hayat yolundaki arzularını ve umutlarını gerçekleştirmek için canı gönülden özveriyle hizmet etmekten ibarettir"
Biz, bağımsız olalı çok vakit geçmemiş olsa da, bu süreçte birçok projenin adını, hedefi yüksek çağrışımları gördük, duyduk. Fakat Orta Asya ile Güney Asya arasındaki işbirliği yolunda atılan adımlar, öyle hafife alınacak türden olmadığını ifade etmeliyiz. Bu durumun kanıtı olarak, daha yakınlarda ülkemizin başkentinde gerçekleştirilen yüksek seviyeli uluslararası konferans gösterilebilir. Dünyada pandemi sürecinin devam etmesine rağmen, işbu konferansa birçok ülke başkanlarının, onlarca ülkenin ve uluslararası teşkilatların yüksek düzeyli yetkililerinin bizzat katılmış olmaları, mezkur etkinliğin ne kadar ciddi seviyede olduğunun göstergesidir.
İşin özünü söylemek gerekirse, bugün "Yeni Özbekistan" adıyla ünlenen ülkemizin sosyopolitik ve ekonomik hayatında ciddi ve derin değişimler hayata geçirildi.
Ayrıntılarına girmeden, sadece bir konudan bahsetmek istiyorum. Zaten değinmek istediğim konu, milli meseleyle ilgilidir. İtiraf edelim ki, Özbekistan tarihinde milli öze dönme noktasında, milli değerleri anlama konusunda bugünkü kadar ciddi yaklaşımın olmadığını söyleyebiliriz. Ülkemizde bugüne kadar, hep eski sosyalist dönem teorisinin demir kuralları işledi, özellikle sosyokültürel ve ideoloji alanında tek tip dünya görüşü, şeklen milli olan ancak içeriği sosyalist dünya görüşü hâkim oldu. Bu durum, milli cephedeki reformların yolunu tıkadı. Özellikle devletin resmi dilinde, resmi yazışmalarda, dini değerlere olan bakış açısında çeşitli tezatların oluşmasına sebep oldu. Fakat günümüzde, devletin resmi dili ve yazışmaları alanında başlatılan çalışmalar, doğal olarak, halkımızın moralini yükseltti. Özellikle Cumhurbaşkanımızın, BM kürsüsünden tarihimizde ilk defa Özbek dilinde konuşması, veya yabancı ülke liderleriyle Özbek dilinde diplomatik müzakereler yürütmesi, dilimizin, milletimizin değerini yükseklere taşıdı. Bununla birlikte Özbekistan'ın Türk Dili Konuşan Devletler Konseyine üye olması, ülkemizin hem sosyolojik bakış açısının hem siyasi "karakteri"nin değişmeye başladığını, ülkemizin sömürge döneminden ve yeni görünümdeki manevi bağımlılıktan silkelenip çıktığını, özgürlüğe ve öze dönme yoluna doğru çabaladığını göstermektedir.
Aslına bakarsak Türk Birliği gayesi bugün ortaya çıkmadı. Emir Timur'un arzu ve hedeflerinde de Türkçe konuşan halkların birleşmesini öngören Turan hedefi mevcuttu. Ama gerçek şu ki, biz uzun yıllar boyunca bu hakikatten kaçarak yaşadık; daha kaba bir tabirle, kendimizin Türk halklarından olduğumuzu bir türlü itiraf edemedik. Ancak Şavkat Mirziyoyev bu tarihi hakikati hemen canlandırdı. Sadece canlandırmakla kalmadı, belki Türk Dili Konuşan Devletler Konseyine yeni güç getirdi ve ikili güven ruhunu pekiştirdi. Bu durumu, uluslararası tarafsız araştırmacıların birçoğu dile getirdiler. Bazı bilgilere göre, bu yılın sonunda İstanbul'da gerçekleştirilecek Konseyin üst düzey toplantısına Türkmenistan ve Macaristan Cumhurbaşkanlarının katılımı da beklenmektedir. Bunu Şavkat Mirziyoyev'in Konseye olan etkisi ve yeni Özbekistan'a olan güvenin pratikteki ifadesidir, diyebiliriz. Bununla birlikte Cumhurbaşkanımızın "Biz başkasının peşinden giden değil, başkalarını peşinden sürükleyen ülke olmalıyız" şeklindeki sloganının hayata geçirilmiş olması, ülkemiz insanının gururunu okşamaktadır.
Bu arada bir konuya daha değinmeden geçemeyeceğim. Değineceğim konu, bizim yukarıda bahsettiğimiz hayatın ve toplumun çetrefilli tarafı değil, bilakis hayatın saf ve masum tarafından, yani çocukların dünyasından bakmaktan ibarettir.
Ben, görevim gereği toplumun çeşitli katmanları arasında bulunuyorum, birçok bölgeye gidiyorum, sıradan halk ile mülakatlar yapıyorum. Biliyor musunuz, bir konu birçok kere benim dikkatimi çekmiştir. O da, masum çocukların Şavkat Mirziyoyev'in fotoğrafını gördüğünde: "Bu bizim Cumhurbaşkanımız!", "Bu benim Cumhurbaşkanım!" diye sevinmeleridir. Bu neyin işaretidir? Bu olsa olsa, ülkemizin geleceği olan çocukların devlet başkanına olan güveninin, yarınlara olan umutlarının dışa vurmasıdır. En önemlisi ise, bu masum çocukların arasında başka milletlerin çocuklarının da mevcut olmasıdır. Bu çocukların hepsi, kendilerini tek vatan – Yeni Özbekistan'ın çocukları diye biliyorlar.
Şimdi bana söyleyin, halkın masum kesimi olan bu çocukların kalbine, gönlüne kadar girebilmiş bir fenomeni, hakiki anlamda milletin lideri demeye hakkımız yok mu?
Demek ki, bugün Özbekistan halkı tek bir sesle ve yekvücut olarak kendi istikbalini, sevimli Ana vatanının geleceğini milletin lideri olan Şavkat Mirziyoyev'in simasında görmektedir. Ben bu cümleleri, kafadan yazmıyorum elbette.
Çünkü dün Cumhurbaşkanımızın basında "Yeni Özbekistan demokratik hamlelerin, büyük fırsatların ve başarılı çalışmaların ülkesi haline geliyor" başlığıyla yayınlanan demeci, beni bu konuda, yani kısa dönem içerisinde ülkemizde hayata geçirilen ve geçirilmekte olan icraatlar hakkında yazı yazmaya itekledi.
Yeni Özbekistan'ı inşa etmek, sıradan bir istek ve hadise değil, belki derin tarihi esaslara dayanan, ülkemizin mevcut siyasi, hukuki, sosyal ve ekonomik durumun talep ettiği, milli değerlerin ve bilimin bizden istediği, halkımızın asırlık çabalarına uygun, milletimizin milli menfaatlerine tam manada cevap verebilen acil bir ihtiyaçtır.
Cumhurbaşkanımızın basına verdiği demeç, ülkemin dününe ve bugününe ait hatıralarını, tıpkı film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Demeci tekrar-tekrar okudum. Sonuçta şuna ikna oldum, Cumhurbaşkanı Şavkat Mirziyoyev, yenilik alanında da kendisine ve karakterine yine sadık kaldı. Son derece mütevazi, yaptığı veya yapacağı işlerini gösterişe dönüştürmeden, sıradan bir işmiş gibi ayrıntısına girmeden anlatması, "ben yaptım" dememesi, her konuda "halkımız", "insanlarımız"ı işaret etmesi, icraatları "çalışma arkadaşlarımızla birlikte gerçekleştirdik" şeklinde anlatması…
Bu kadar kısa süre içerisinde ülkemizin dış ve iç siyasetinde, ekonomi alanında gerçekleştirdiği işler için, Allah'ın insana verdiği ömür yetmeyebilir…Ayrıca daha hayattayken, kendi adına şehir ve parklar kuran, kendi adına altından heykeller diken birçok siyasi liderlerin var olduğuna da şahit oluyoruz…
Ben yazımın sonunda şöyle bir sonuca vardım: Şavkat Mirziyoyev hakkında yazmak çok ağır ve zor bir iş. Onun faaliyeti, karakteri, kısacası, onun kendisi sıradan bir fenomen değildir. Onun doğasında ve karakterinde farklı bir olağanüstü yetenek ve güç var. Bu yüzden halkımız arasında, özellikle yetkililer arasında meşhur olan bir söz vardır: "bu adam ne zaman uyuyor, ne zaman dinleniyor?"…İşbu ibare onun çapını ve simasındaki gücünü gören insanları ise hiç şaşırtmıyor…
Bu site içeriğinin telif hakları Stratejik Düşünce Enstitüsü’ne ait olup 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak alıntılar dışında önceden izin alınmaksızın hiçbir şekilde kullanılamaz ve yeniden yayımlanamaz. Bu sitede yer alan SDE'nin kurumsal bilgileri ile SDE Akademik Personeli'nin çalışmaları dışındaki diğer görüş ve değerlendirmeler, yalnızca yazarının düşüncelerini yansıtmaktadır; SDE'nin kurumsal görüşünü temsil etmemektedir.